Arthur Rimbaud

Sembolizmin öncüsü ve en ünlü şairidir. Söyleyeceğinden asla çekinmeyecek kadar sivri dilli olmasına rağmen, bunu çok iyi kullanan, betimlemeler yapan bir anlam mimarcısıydı. Sembolizmin bütün temsilcilerine ve birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. Jim Morrison'un en sevdiği şair olmasıyla, yine birçok şarkı sözünde kendisinden yararlanmıştır.






GARİPLER

Gece soğuk, kar serpiyor,
Fırıncı ekmek yapıyor,
    Beş küçük çocuk

Bakıyorlar somunlara,
Yazık değil mi bunlara
    Donları delik!

Ve fırıncının kolları
Çeviriyor somunları
    Harlı fırında.

Somunların çıtırtısı
Fırıncının zevzek sesi
    Kulaklarında.

Büzülmüşler o daracık
Ana göğsü gibi sıcak
    Delik önünde.

Ekmek, iftar sofrasının
Çörekleri gibi, bakın
    Çıkıyor işte.

Delikten yaşam tütüyor
Böcekler ile ötüyor
    Kızaran ekmek.

Çarpıyor, nasıl iştahla
Yırtık giysiler altında
    Beş çocuk yürek.

Toplanmış kuşluk vaktinde,
Kırağı, çiyler içinde
    Yoksul İsalar.

Küçük delikte yüzleri,
Ekmeklerde aç gözleri
    Ne söylüyorlar?

Büzülmüşler, bu alaca
Tan vaktinde, budalaca
    Dualar kime?

Yırtık donları patlıyor
Bağırmaktan. Savruluyor
    Gömlekleri kış yelinde.




BİT KIRAN KIZLAR

Karışır kıpkızıl acılarla çocuğun alnı
Daha cıvıl cıvılken düş arıları yüzünde bozbulanık
Yatağına yaklaşır alımlı ablaları
Zarif parmaklarıyla tırnakları gümüşten

Oturturlar çocuğu pencere kıyısına
Geniş açık pencere gök birçok çiçeği orda yıkar
Ve çocuğun çiğ yağan kabarık saçlarının arasında
Gezdirirler ince, korkunç, çarpıcı parmaklarını

Dinler şarkısını çocuk o ürkek solukların
Çiğ ve bitki ballarında çiçekler açan
Kesilen sık sık öpüş istekleriyle küçük ıslıkların
Belki de tükrük alışverişinden ağızla dudakların

İşitir çarpışını siyah kirpiklerinin sessizlikler altında
O kokulu kirpiklerin. Ve o tatlı mıknatıslı elleri
Çıt çıt yapar boyuna loş bir umursamazlıkta
Ve o şahane tırnaklar arasında minicik bitleri can verişi...

Ve derken yükselir bardakta bir tembellik şarabı
Rüya gören sayıklayan bir armonikanın sesi
Ve çocuk ta canevinde duyar okşamaların yavaşlamasıyla ayarlı
Ansızın kabaran sonra eriyen tükenen sönsen bir ağlama isteğini




DEMİRCİ'DEN
(...)
"Gözlerinizi açıp bakın şu Mutsuzlara,
Vahşi güneş altında kavrulup al al yanan,
İnsafsızca ezilen, alınları çatlayan
Mutsuzlara bir bakın! Pek sayın Burjuvalar,
Onlar da sizin gibi insan. Lütfen şapkalar
Çıkarılsın. Haşmetli! Gör, tanı bizler kimiz,
Yeni büyük çağların büyük İşçileriyiz
Evet İşçiyiz bizler. Bu yeni çağda bilmek
Ve çalışmak önemli. Sabahtan akşama dek
Çalışacağız, örse inecek çekicimiz,,
O mutlu yarınların, bilimin avcısıyız.
Savaşını sabırla kazanan insan bütün
Engelleri yıkacak, galip gelecek bir gün
Dizginler ellerinde, bir ata binmiş gibi!
Demir ocaklarının ey görkemli alevi
Kötülüğe son artık! Bilgisizlik çok korkunç!
Bilip öğreneceğiz, ellerimizde çekiç,
Bilineni yeniden gözden geçireceğiz
"Kardeşlerim yürüyün! İleri!" diyeceğiz.
Soylu bir yürek ile sevdiğimiz kadının
Tatlı gülücükleri altında çalışmanın
Ve sade bir yaşamın büyük düşünü kurduk.
Kardeşçe çalışmayı nice özleyip durduk.
Görev aşkı borazan gibi kulağımızda
Çaldıkça, kıvanç dolu, kendimizi nasıl da
Mutlu duyardık bizler;yeter ki o zorbalar
İki büklüm olmaya halkı zorlamasınlar,
Ve ocağın üstünde asılı dursun tüfek...




MUTLULUK

Ey mevsimler, ey şatolar!
Deyin kusursuz kim var?

Ben de herkes gibi tuttum
Büyülü mantığı denedim.

Selâm Gal horozuna selâm
Selâm her ötüşünde selâm

Hevesten, arzudan oldum
Görün sıfırı tükettim.

Yedi bitirdi bu büyü beni
Takat komadı, yok etti.

Ey mevsimler, şatolar ey!

Sıvışma saati, yazık
Ölüm saatidir artık.

Ey mevsimler, şatolar ey!




SARHOŞ GEMİ

Ölü sularından iniyordum nehirlerin
Baktım yedekçilerim iplerimi bırakmış;
Cırlak kızılderililer, nişan atmak için
Hepsini soyup alaca direklere çakmış.

Bana ne tayfalardan; umrumda değildi
Pamuklar, buğdaylar, Felemenk ve İngiltere;
Bordamda gürültüler, patırtılar kesildi;
Sular aldı gitti beni can attığım yere.

Med zamanları, çılgın çalkantılar üstünde,
Koştum, bir çocuk beyni gibi sağır, geçen kış
Adaların karalardan çözüldüğü günde.
Yeryüzü böylesine allak bullak olmamış.

Denize bir kasırgayla açıldı gözlerim;
Ölüm kervanı dalgaları kattım önüme;
Bir mantardan hafif, tam on gece, hora teptim:
Bakmadım fenerlerin budala gözlerine.

Çocukların bayıldığı mayhoş elmalardan
Tatlıydı çam tekneme işleyen yeşil sular;
Ne şarap lekesi kaldı, ne kusmuk, yıkanan
Güvertemde; demir, dümen ne varsa tarumar.

O zaman gömüldüm artık denizin şi'rine,
İçim dışım süt beyaz köpükten, yıldızlardan;
Yardığım yeşil maviliğin derinlerine
Bazen bir ölü süzülürdü, dalgın ve hayran.

Sonra birden mavilikleri kaplar meneviş
Işık çağıltısında, çılgın ve perde perde,
İçkilerden sert, bütün musikilerden geniş
Arzu, buruk ve kızıl, kabarır denizlerde.

Gördüm şimşekle çatlayıp yarılan gökleri,
Girdapları, hortumu; benden sorun akşamı,
Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri.
İnsana sır olanı, gördüğüm demler oldu.

Güneşi gördüm, alçakta, kanlı bir âyinde;
Sermiş parıltısını uzun, mor pıhtılara.
Eski bir dram oynuyor gibiydi, enginde,
Ürperip uzaklaşan dalgalar, sıra sıra.

Yeşil geceyi gördüm, ışıl ışıl karları;
Beyaz öpüşler çıkar denizin gözlerine;
Uyanır çın çın öter fosforlar, mavi, sarı;
Görülmedik usareler geçer döne döne.

Azgın boğalar gibi kayalara saldıran
Dalgalar aylarca sürükledi durdu beni;
Beklemedim Meryem'in nurlu topuklarından
Kudurmuş denizlerin imana gelmesini.

Ülkeler gördüm görülmedik, çiçeklerine
Gözler karışmış, insan yüzlü panter gözleri
Büyük ebemkuşakları gerilmiş engine,
Morarmış sürüleri çeken dizginler gibi.

Bataklıklar gördüm, geniş, fıkır fıkır kaynar;
Sazlar içinde çürür koskoca bir ejderha,
Durgun havada birdenbire yarılır sular,
Enginler şarıl şarıl dökülür girdaplara.

Gümüş güneşler, sedef dalgalar, mercan gökler;
İğrenç leş yığınları boz, bulanık koylarda;
Böceklerin kemirdiği dev yılanlar düşer,
Eğrilmiş ağaçlardan simsiyah kokularla.

Çıldırırdı çocuklar görseler mavi suda
O altın, o gümüş, cıvıl cıvıl balıkları.
Yürüdüm, beyaz köpükler üstünde, uykuda;
Zaman zaman kanadımda bir cennet rüzgârı.

Bazen doyardım artık kutbuna, kıtasına;
Deniz şıpır şıpır kuşatır sallardı beni;
Garip sarı çiçekler sererdi dört yanıma;
Duraklar kalırdım diz çökmüş bir kadın gibi.

Sallanan bir ada, üstünde vahşi kuşların
Bal rengi gözleri, çığlıkları, pislikleri;
Akşamları, çürük iplerimden akın akın
Ölüler inerdi uykuya gerisin geri.

İşte ben, o yosunlu koylarda yatan gemi
Bir kasırgayla atıldım kuş uçmaz engine;
Sızmışken kıyıda, sularla sarhoş; gövdemi
Hanza kadırgaları takamazken peşine.

Büründüm mor dumanlara, başıboş, derbeder,
Delip geçtim karşımdaki kızıl semaları;
Güvertemde cins şaire mahsus yiyecekler:
Güneş yosunları, mavilik meduzaları.

Koştum, benek benek ışıkla sarılı teknem,
Çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları;
Temmuz güneşinde sapır sapır  dökülürken
Kızgın hunilere koyu mavi gök katları.

Titrerdim uzaklardan geldikçe iniltisi
Azgın Behemotların, korkunç Maelstromların.
Ama ben, o mavi dünyaların serserisi
Özledim eski hisarlarını Avrupa'nın.

Yıldız yıldız adalar, kıtalar gördüm; coşkun
Göklerinde gez gezebildiğin kadar, serbest.
O sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun
Milyonlarla altın kuş, sen ey Gelecek Kudret.

Yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum
Fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,
Aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum;
Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.

Gönlüm Avrupa'nın bir suyunda, siyah, soğuk,
Bir çukurda birikmiş, kokulu akşam vakti;
Başında çömelmiş yüzdürür mahzun bir çocuk.
Mayıs kelebeği gibi kağıt gemisini.

Ben sizinle sarmaş dolaş olmuşum, dalgalar,
Pamuk yüklü gemilerin ardında gezemem;
Doyurmaz artık beni bayraklar, bandıralar;
Mahkûm gemilerinin sularında yüzemem.

0 yorum :

Yorum Gönder